Say: Safa, Aşkın Başlangıcı
Sây
Safa: Aşkın Başlangıcı
İlk adımdır Safa…
Ama her ilk, bir sonun sinesinde gizlidir. Ve her başlangıç, bir aşkın kıvılcımıyla yanar.
Safa, sıradan bir tepe değildir. Orada başlayan, ta semaya yükselen bir duadır.
Ve o dua, bir annenin kalbinden ümmetin kalbine aktı; Hz. Hacer’in sabırla harmanlanmış duası…
Safa, vuslata susamış bir gönlün ilk hamlesidir Rahman’a.
Orada aşk başlar, ama bu aşk bir bedene değil; bir kudretten, bir rahmetle yöneliştir.
Bir annenin çaresizliğinde aşka dönüşen bir teslimiyet…
Bir kulun arayışında, Rabbe dönüşen bir tevekkül…
"Safa’da bir dur ey yolcu!
İçindeki telaşsızlığı dinle,
Çünkü bu dağ, sadece taş değil, bir secdedir göğe dönük…"
Tasavvuf ehli der ki; Safa, kalbin ilk “Allah” deyişidir.
Henüz ayak yürümemiştir, ama gönül çoktan secdeye varmıştır.
Safa, içimizdeki en saf yönelişin adıdır.
Orada kul, Rabbine yürümeye kalbiyle niyet eder.
Sözsüz bir yakarış, gözsüz bir arayış, ve gözyaşıyla yıkanan bir başlangıç…
İşte Safa; yalnızlığın ilk adı, aramanın ilk yankısı ve aşkın ilk kapısıdır.
Merve; teslimiyetin sonu…
Safa’da başlayan bir gönül ateşi, Merve’de sabrın ışıltısına dönüşür.
Adımlar çoğalmış ama kalp daha da hafiflemiştir.
Yalnızlığın derinliği Rıza ile dolmuş, arayış artık bulmaya evrilmiştir.
Merve, teslim olmuş bir ruhun son durağıdır.
Orada aramak yoktur artık, orada bırakmak vardır.
Kendini, derdini, hatta duanı bile…
Merve’de bir an dur ve dinle…
Hz. Hacer’in suskunluğu, içindeki gürültüyü susturacaktır.
İlk başta Safa’da çırpınan kalp, Merve’de sekine bulur.
Çünkü aşk sadece kavuşmak değil, teslim olmakla tamamlanır.
Tasavvufta derler ki; Merve, faniliğin fark edildiği yerdir.
Oraya vardığında anlarsın: Ne suyu sen buldun, ne de duanı sen yükselttin…
Sadece yürüdün, gerisini Rahmet tamamladı…
Merve, Hakk’a varmanın kapısı değil, Hakk’a bırakmanın kıyısıdır.
Orada benlik düşer, öz kalır.
Orada göz değil, gönül görür…
"Ey Yolcu!
Safa’da yak, Merve’de bırak!
Çünkü aşk, başlamak kadar bitirmeyi de bilmek ister."
Her Sây bir hâl’dir.
Sây, sadece adımlardan ibaret değildir.
O, kalbin attığı zikirle örülü bir yürüyüştür.
Her gidiş bir “Ya Rab!”
Her dönüş bir “Ya Sabur!” olur.
Safa’dan Merve’ye, Merve’den Safa’ya…
Beden hareket ederken, gönül bir hâlden bir hâle geçer…
İlk adımda şüphe vardır, ikinci adımda umut, üçüncüde yakarış, dördüncüde tevekkül, altıncıda aşk, yedincide sükûn…
"Her adım bir zikir, her adım bir arınmadır.
Her gidiş bir terk, her dönüş bir teslimdir."
Sây’da yürüyen sadece bir beden değildir;
nefistir yürüyen…
Kirli arzularıyla, geçici tutkularıyla, benliğin yorgun rüyalarıyla…
Ama her adımda biraz daha temizlenir iç…
Her adımda daha az “BEN” kalır insanda, ve daha çok “SEN” yankılanır yüreğin içinde…
"Yedi defa gitmek, yedi perdeden geçmektir.
Her perde bir nefs basamağıdır, her basamakta bir ben eksilir.
Tasavvufi yolculukta, Sây, Seyr-ü Sülûk’un sembolüdür.
Yani kulun Rabbine dönüş yolculuğu…
İç âlemde ne varsa dışa yansır; dışta ne yaşanıyorsa içte yankı bulur…
Ve sonunda anlarsın ki; Sây bitmez…
Kâbe’nin etrafında tavaf gibi, hayat da bir Sây’dır.
İki tepe arasında gidip gelen yorgun bir kalp, bir gün Safa’da doğar, bir gün Merve’de durulur…"
Hz. Hacer’in yalnızlığı, ümmetin umudu…
Hz. Hacer… Bir anne…
Ama sadece bir annenin değil; sabırdan dokunmuş bir sır, tevekkülden örülmüş bir zirve…
Hz. İbrahim’in ardından, çölde bırakılmış bir kadın…
Ne bir gölge var, ne su, ne de ses…
Ama o, susmaz.
Yalnızdır belki, ama yüreğiyle konuşur göğe…
"Ey Rabbim!
Sen beni burada bıraktıysan,
Sen de benimlesin…"
İşte Hz. Hacer’in yalnızlığı böyle bir yalnızlıktır.
Dıştan sessizlik, içten yakarış…
Ve o yakarıştan doğan umut, bir ümmetin iç göğüne ışık olur.
Her adımında bir nida yükselir:
"Su değil, Sen yetersin bana!"
Ve işte o adımdır, Safa ile Merve arasını iblâh eder;
orayı sıradan bir çöl vadisinden kutsal bir yürüyüş hattına dönüştürür.
Tasavvuf ehline göre, Hz. Hacer’in çığlığı, kalbin en saf hâlidir.
Çünkü onda bir isyan değil, tam bir teslimiyet vardır.
"Hz. Hacer konuşmadı, ama hâliyle dua etti…
Ve hâl, sözden daha çok tesir etti Rahmet katında…"
O yalnızlıkta, ümmetin varlığı saklıydı.
Hz. Hacer olmasaydı, Sây olmazdı…
Sây olmasaydı, biz bu aşkı nasıl adımlardık?
İşte o yüzden Hz. Hacer’in yalnızlığı, bir ümmetin umudu oldu…
Ve biz şimdi, her yürüyüşümüzde onun duasına ekleniyoruz.
Adımlarımız, onun sabrına şahitlik ediyor…
Dr. Özer Akpınar
Araştırmacı-Tarihçi
Diğer Başlıklar