Nur Dağı - 1
Nur Dağı - 1
Sessiz Dağın Şahitliği
Mekke’nin kuzeydoğusunda yer alan ve "Cebel-i Nur" (Nur Dağı) olarak bilinen bu kutsal
zirve, Hz. Muhammed’in (S.A.V) peygamberlik öncesi yıllarında inzivaya çekildiği yer
olmasıyla İslam tarihinin nadir tanığıdır. Yaklaşık 642 metre yüksekliğindeki bu dağın
zirvesinde bulunan Hira Mağarası, sadece bir taş oyuntusu değil; aynı zamanda insanlık
tarihinin en büyük aydınlanmasının başlangıç noktasıdır.
Hz. Peygamber (S.A.V), kırk yaşına yaklaşırken Hira’ya sıkça çıkar; Mekke’nin putperest
yapısından uzaklaşıp tefekkür eder, yaratılışın anlamı üzerine düşünürdü. İbn Hişam ve Taberî
gibi klasik siyer kaynaklarında belirtildiğine göre, O’nun burada geçirdiği zaman, nübüvvetin
manevi hazırlık evresiydi. Ve bir Ramazan gecesi, vahyin ilk nuru bu sessiz karanlığı yırttı;
"OKU" (İKRA) emriyle başlayan Cebrail’in (A.S) gelişi, Nur Dağı’nı sadece bir coğrafya
parçası olmaktan çıkarıp ebedi bir maneviyat sembolüne dönüştürdü.
Sessizlikte Doğan Aydınlık
Nur Dağı, adı gibi bir "NUR" taşıyordu artık; bu dağda doğan vahiy, sadece bir kelam
değil, karanlıklarda kaybolmuş insanlığa uzatılan ilahi bir eldi.
Hz. Peygamber’in (S.A.V) Hira’da geçirdiği zaman, yalnızca ibadetle değil, aynı zamanda içsel
(ruhsal) bir arınma ve derinleşmeyle de doluydu. Her adım bir arayıştı, her suskunluk bir dua…
Nur Dağı, insanın içindeki "karanlık mağaraya" yönelmesini öğütleyen bir tefekkür
mekânıdır. Çünkü bu dağda yaşanan, sadece gökten inen kelimeler değil; aynı zamanda
yeryüzünden göğe açılan bir kalbin çırpınışlarıydı. Allah Resûlü’nün ilk vahyi aldıktan sonra
titreyerek Hz. Hatice validemizin yanına dönmesi, vahyin insan benliğini nasıl sarstığını, onun
ne kadar ağır bir sorumluluk olduğunu gösterir.
Nur Dağı, işte bu ağır yükün ilk ağırlık merkeziydi. Fakat bu yük insana hem acıyı hem de
aydınlığı getiriyordu.
Kalbin Hira’sına Çekilmek
Tasavvufi düşünce, Nur Dağı’nı yalnızca dışsal bir mekân olarak değil, içsel bir tecelli alanı
olarak okur. Hira, aslında kalpte bir mağaradır. Her insanın içinde bir Nur Dağı, her kalpte
bir Hira Mağarası vardır.
Mevlâna bu içsel mağaraya şöyle işaret eder:
"Benlik dağında Hira ararsan, kalbinin derinliklerine in.
Çünkü gerçek Nur, içindeki karanlığı delen ışıktır."
Sûfiler için Hira, nefsten uzaklaşmanın, kalbi sükûtla arındırmanın ve içe yönelerek ilahi hakikati
duymanın remzidir. Bu yüzden Hira’daki inziva, zahirde bir dağa çıkmasan da bâtında bir kalbe
inmektir.
İbn Arabi, "Hira, aklın sustuğu ve kalbin konuştuğu yerdir." der.
Vahyin doğduğu bu dağ, insanın Rabbiyle ilk temas kurduğu metafizik bir eşiktir.
Orada ne zikir vardı… sadece saf bir bekleyiş… saf bir yöneliş vardı.
Bu yöneliş, tasavvufta "Halvet" olarak tanımlanır: kalabalıklardan soyutlanmak, içsel boşlukla
yüzleşmek ve orada Hak’la buluşmak…
Mağarada Yankılanan Hakikat
Hira’da gelen "OKU" emri, sadece kelimeleri değil, varlığı okumayı öğütler.
Bu yönüyle Hira, Kur’an’ın ilk emrinin taşıyıcısıdır.
Burada inen ayet, sadece Hz. Muhammed’e (S.A.V) değil, onun şahsında bütün insanlığa
sesleniştir:
"Oku! Yaratan Rabbinin adıyla oku!" (Alak 96/1)
Bu emir, insana hem aklın hem de kalbin gözüyle bakmayı emreder. Tasavvufun hedefi de
budur: varlığın görünen yüzünü aşmak ve onun ardındaki ilahi tecelliyi okumak…
Nur Dağı: Her Kalpte Bir Mağara
Nur Dağı, bir dağdan fazlasıdır. O, ilahi hakikatin kalplere ilk düştüğü yerdir.
Orada başlayan kıraat hâlâ sürmektedir.
Çünkü Kur’an, sadece lafzî bir kitap değil; aynı zamanda her çağın karanlığını delen nurdur.
Ve Nur Dağı, her çağın karanlığında bir davettir:
"Gel, Hira’daki sessizliğe kulak ver… kalbindeki vahyi OKU…"
Dr. Özer Akpınar
Araştırmacı-Tarihçi
Diğer Başlıklar